26 Aralık 2018 Çarşamba

KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL ''HÜR CUMHURİYETİN MERKEZİ''

HÜR CUMHURİYETİN MERKEZİ 
  27 ARALIK 1919, ATATÜRK’ÜN ANKARA'YA GELİŞİ
   



           ATATÜRK, 
   Cumhuriyet Gazetesi sahibi ve baş muhariri Yunus Nadi’ye verdiği bir mülakatta şöyle der;
‘’Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade, tarihten  öğrendim ve Cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten Selçuki idaresinin inkısamı üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken ‘Ankara Cumhuriyeti’ni görmüştüm!’ Tarih sayfalarının bana bir CUMHURİYET MERKEZİ olarak tanıttığı, Ankara’ya geldiğim O gün gördüm ki, aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala 'O Cumhuriyet kabiliyeti' devam ediyor!

  NASIL OLDU?
     Padişah ve İngilizlerin Anadolu’daki işgale karşı direnme çabalarını bastırmak için düşünülen M. Kemal ismi üzerinde uzun tartışmalar yapılmıştı. Damat Ferit Paşa’nın kefaleti neticesinde karar verilmiş, M. Kemal’in adı  Malta Sürgünleri listesinden çıkarılarak Padişahın özel yetkili Yaveri olarak Anadolu’ya gönderilmek, üzere görevlendirilmişti. Bu görev, M. Kemal için, Milletin sinesinde, İrade-i Milliye’nin ortaya çıkarılması anlamı taşıyordu.
   
  VER ELİNİ ANADOLU,
   Amasya ve Erzurum’dan sonra Sivas en geniş çaplı Kongre idi. Sivas Kongresi ağır şartlar altında akd edilirken Heyeti Temsili’ye Delegelerin ‘’mali durumumuz müstakili yete izin vermediği’’ yönündeki görüşlerine karşılık M. Kemal ‘’….fakat biliniz ki halk buna meydan vermeyecektir.. ‘’çıkışı ile son bulur.
  Tutuklanmaktan bir kaç saat farkla kurtulan, M. Kemal KAYSERİYE oradan da Mucur'a geçer. 
  M. Kemal, Hacı Bektaş’da Çelebi Cemalettin Efendi ve Salih Baba ile can cana gelerek 'HAK YOLUNDA' irade koymak üzere sözleşirler. Tekrar Mucur'a dönen M. Kemal gittiği her merkezde şehrin ileri gelenleri ve özellikle gençler ile esaslı görüşmeler yaparak, aslında küçük kongreler akd ediyordu. Sivas Kongresi Saltanat ve Damat Ferid Paşanın baskısı altında kalmış, M .Kemal’in Heyeti Temsiliye Başkanlığı, bertaraf olmuştu, çözülmeler ve kopuşlar başlamıştı. Beynam’da uygunsuz koşullarda sabahlanılmış, ıskartaya çıkacak bir otomobil ile Ankara’ya doğru yol alınıyordu. VE

ANKARA’lılar
     M. Kemal'i neredeyse 7 gündür bekliyordu !

  ANKARA
  Evliya Çelebi, Ankara için ‘Osmanlı’nın elinde ebed eyleye’ dediği şehir yıkılmaz kalesi ve halkının sağlamlığı ile seyahatnamesinde dikkat vermişti.
  1893 yılında demiryoluna kavuşan Ankara, dört tarafından Anadolu’ya sahip bir merkez konumundadır.  
1893 yılında Sam Elliot’un tespitine göre 18 bin Türk 11 bin Hristiyan olmak üzere 29 bin kişi yaşamaktadır.
 Daha önce tiftik ve tarım ticareti ile çok zengin yaşam süren Ankara, 19. Yüzyıl’a yoksullaşmış olarak girmiştir. Ayrıca şehrin iki yanında bataklıklar oluşmuştu. Sıtma ve verem, savaş kadar can almaktaydı. Aslında havası sağlam ve memuru, esnafı, köylüsü dirençliydi. 24 Oğuz boyu, Ankara ve o’na bağlı orta Anadolu kentlerinde çoğunlukta ve ağırlıktaydı.

   KIZILCA GÜN 
   Oğuz Boyu, AHİ Ocakları ve onların güvenlik kolu olan seğmenlerce, Oğuz gelenekleri her şeye rağmen sürdürülüyordu. Tarihte, KIZILCA GÜN adıyla anılan, halkın tehlikeli ve zor günlerde, toplanarak irade koyduğu günler bir Oğuz geleneğiydi. Selçuklu’nun çözülmesinden hemen sonra ‘AHİ CUMHURİYETİ’ ile geleceklerini teminat altına almışlar, Osmanlıya da yön vermekten geri kalmamışlardı.
   Bir Kızılca gün, yaşayan Ankara M. Kemal’in gelişinin bir gün öncesinde, ‘Sancağı Mihraba’ dikerek ilanı yapmıştı. Ve artık Ankara’lılar M. Kemal’i bekliyorlardı.

   ÖNDER MİLLET 
  Dikmen sırtlarında, yani KIZILCA YOKUŞTA, Seğmen Tertibinin başı çektiği Şehrin ileri gelenleri ve halkın büyük özlemi ve tezahüratı ile karşılandı.
Seğmenlerin, ‘Millet yolunda ölmek’ andı ile duygulanan, M. Kemal’in gözleri yaşlanarak, duygulanmış, daha sonra merkeze doğru  hareket etmiştir.
ANKARA KLUBÜ 'SEĞMENLER'



MİLLET ÖNDERİNİ,
ÖNDER MİLLETİNİ BULMUŞTU!

     İRADEYİ MİLLİYE MERKEZİ  
   Ankara’ya geldikten sonra Osmanlı Mebusan Meclisini tercih eden arkadaşları o’nu yalnız bırakmıştı. O asla gerçek bir İrade-İ Milletten ve kararından sapma göstermedi. Heyeti Temsiliye neredeyse yalnızca kendisinden ibaretti. Ancak yılmadı. Heyeti Temsiliye adına İstanbul’a giden arkadaşlarını nerede ise telgraf yağmuruna tutarak ‘İRADE-İ MİLLİYENİN ANKARA’da’ olduğunu bildiriyordu. Arkadaşları hemen dönmedi, ancak Osmanlı Mebusan Meclisinin, son kanunu, Misakı Milli sınırları yasası oldu.
  Yine telgrafları ile İstanbul ve Saltanatı muhalif devletlere savunarak İstanbul’a, gerçek iradenin, Ankara olduğunda ısrar ediyor, Ankara’ya gelmelerini bildiriyordu. Ankara’da geçirdiği yalnız günler o’nun için Halkçılık ilkeleri üzerinde yoğunlaşarak çalışma zemini verdi. Osmanlı’ya çevrilmiş olan silah, Wilson Prensipleri ile sağlamlaştırılmış, meşruiyet bulmuştu. M. Kemal hemen bir konferans vererek, Wilson Prensiplerinin, Millet’inin de temel hakkı olduğunu vurguladı. Kısaca düşman tezcizatı ile düşmanı vurmuştu.
VATAN ÜZERİNDE VAR OLMA HAKKINI, ‘O’ VE MİLLETİ KULLANACAKTI !


  MESLEĞİ TÜCCARLIK OLMAMALI!
    Ankara’da bulunduğu süre içinde, Sivas’ta çıkarılan ve adını kendi koyduğu, İrade-i Milliye gazetesini, Ankara’ya taşımak istemiş ancak gazetenin sahibi izin vermeyince Ankara’da ‘Hakimiyeti Milliye’ adında bir gazete çıkarmıştı. Gazetenin mesleği bölümünde çok dikkat çekici bir yazıyı M. Kemal bizzat yazdırdı.

’Bugünden itibaren mevki-i intişara çıkan ve sütunlarında bütün Anadolu ile onu alâkadar eden muhitlerin ahvâl ve hadisâtını ihtiva edecek olan gazetemize bu ismi tesadüfi olarak vermedik Gazetemizin ismi, aynı zamanda takip edeceği tarik-i mücâhedenin de nev’idir. Şu halde diyebiliriz ki, Hâkimiyet-i Milliye’nin mesleği, milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır.’'


  BENİM KARAKTERİM HÜRRİYET VE İSTİKLAL !
  ‘O’ nu dahi yapan en kötü şartları, kendi lehine çevirmekteki ustalığıydı. Bu ustalık, 
       HÜR AKIL ve HÜR  KARAKTERİN, 
    bilgiyle, bezenmesinden meydana gelmişti.
  İstanbul’da ecnebilerin, nasihat ve planları ile vakit geçiren arkadaşları, çaresiz son ile karşı karşıya kalmış Ankara’ya gelmeye başlamışlardı. 

  EŞSİZ MİSAFİR 
Artık bütün ibreler, Ankara ve Ankara’nın eşsiz misafiri fahri Ankara’lı M. Kemal’i gösteriyordu .
O, direncin, dürüstlüğün,
     gerçek, İRADE-İ MİLLİYE’nin TEMSİLCİSİYDİ.
BÜYÜK ÖNDER, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ,
burada açacak;
 Misak-ı Milli’yi, istiladan arındıracak ve Lozan’da BARIŞI sabitleyecekti.

  İş bununla da bitmeyecek, topyekun Kalkınma ve İyileşme hamlesi başlatacaktı.
DAYANÇ; TÜRK MİLLETİ’NİN, FEDAKARLIĞI AZMİ VE ZEKASI İDİ !
ÖNDER VE MİLLETİN, EL ELE, GÖNÜL GÖNÜLE, VERDİĞİ ANKARA
HÜR CUMHURİYET MERKEZİ ANKARA 

HÜR CUMHURİYET TÜRKİYE'NİN MERKEZİ 


27 ARALIK 1919
ATATÜRK'ÜN ANKARA'YA GELİŞİNİN
99. YILI KUTLU OLSUN!
  Avrupa ve Anadolu’dan sürülüp atılmaya çalışılan, hatta bitirilmek istenen, bir Millet ve Merkezi Ankara, bu tarihten sonra,
TÜM MAZLUMLARIN, ZİYARETGAHI OLACAKTIR.

16 Eylül 2018 Pazar

KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 'HASRETLİ OKLAR'


HASRETLİ OKLAR    
         Gazeteler, eski gazeteler,Onlar şimdikilerden çok farklı, eğitici, bilgi dolu, sevgi dolu,
 inanç dolu...
   Hal böyle olunca Asya'dan Avrupa'ya bir kısrak başı gibi uzanan dört nala özgürlük taşıyan,                                                                                                                           uygarlık taşıyan, Türk Yurdu!
    Tarihi ile diliyle, bilimiyle örneklediği yakut mücevherler gibi parladığı, 
                                                                                            Kongreler, Kurultaylar Kamutaylar...
                        Ve bir Ulusu aslına çeviren kökleri ile buluşturan Başöğretmen. 
    Nereden gelip, nereye gittiğini ve nereye ulaşabileceğini somutlayan, hareketleyen Başöğretmen!


BAŞÖĞRETMEN ''HASRETLİ OKLAR''
   Eski gazeteler, Cumhuriyetin gazeteleri, Ulusun Gazeteleri, Devrimin ayak izlerini taşır, sesleri yankılanır! Onları koklayabilmek, nefasetine ulaşmak ve  duyumsamak, gerçeğin birincil kaynaklarına eriştiriyor insanı!

BAŞÖĞRETMEN HASRETLİ OKLAR

        Her bakış ve her yorumla değişen dönüşen hatta şahsi ve harsi emellere alet edilen muhteşem Devrim, MUHTEŞEM TÜRK DEVRİMİ! Aslı, bulmak için arandığımız yaşamlar, kitaplar!
  Yine daldım arşivin buğulu sayfalarına ve bir süre eski gazeteleri taradıktan sonra belli bir kanaat oluşturdum.
   Günümüzün en büyük sorunlarından biri olarak gördüğüm kavram sorunu ile başlamayı uygun buluyorum. Çünkü kavramı doğru ortaya koymadan üzerine imar edeceğimiz binayı kurmak tümüyle yanlış temele oturtmaya sebebiyet veriyor! Yine kavramı belirleyerek işe başlayalım.
   19 Mayısta M. Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışı ile başlayan Kurtuluş Hareketi  Devrim mi, İnkılap mı ? Çünkü Devrim ile İnkılap ifade ettiği anlamlar itibari ile bir birinden küçük farkla ayrı ve kullanıldığı alan ile de önemli ölçüde ayrı ve ayrılması gereken iki KAVRAM!
   İnkılap; Arapça isimdir, Toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirebilmek için yapılan köklü değişiklik, iyileştirme olarak tanım alır.
   Devrim; Türkçe isimdir Devirmek kökünden gelir, kökten değişiklik yeni biçim yeni bir anlayış getirmek demektir.
   Türkiye'mizde yönetimin, halka geçmesi ve tamamıyla Ulusal Egemenliğe dayanması noktasından ele aldığımızda TAM BİR DEVRİM,
    Devrimin köklerini ve bağlarını kontrol ederek düşündüğümüzde ise TAM BİR İNKILAP,
 olduğunu görürüz!
    Nedenlerine baktığımda,(burada ben dili ile aktarma yapacağım; çünkü kendi bilgi, görgü, algı sınırlarımı belirlemek, bakış açımı ben ile sınırlamak gereği duyuyorum. O muhteşem 'Devrim' ve peşi sıra yapılan asıla dönüş niteliğindeki İnkılaplar, bir birey olarak benim algılarımdan çok daha büyük çok daha yücedir!)
    Devrim olarak nitelemenin, en haklı ve en büyük paydası, Türk Milletinin, Töresine ve yapısına uygun yönetim biçiminin uzunca bir süre kaybedilmesine verdiği tepki olarak değerlendiriyorum. Türk ananesi ile yaşayan halk yönetimini kendi kurar ve bunu ortak karar alma süreci ile yapar ki, bu yöntemi kurulan her devlette görmek olanağı vardır.
     Halk ile yönetimin ayrılması, ya da kopuşu, araya giren virüslerin( başka milletlerin gelenekleri) yaptığı hastalık ile oluşmuştur.  Virütik bulaşma, Halk ile yönetim arasında kurulan geçirgenliği, alıp verme, uzlaşma dolayısıyla birbirini var etme işlevini tıkayarak kangren olmasına neden olmuştur. Her gül dibinde meclis kuran halk karar organında liyakati bulamamanın acısını, hastalığını ilişkilerini sınırlayarak karşılamıştır. Meydana gelen kopukluk, devletin ve devleti kuran halka yabancılaşmasına neden olunca, TOPRAĞIN ve üzerinde yaşayan HALKIN, ANALIĞI DEVLETİN BABALIĞI, birbirini öteleyen, iteleyen, eziyet eden hal almıştır.
   Açıklamaya çalıştığım nedenle, TÜRKİYE ve Türkiye de yaşayan önder Halk, bir DEVRİM yapmıştır. Devletin keyfi (şahsi ) yönetimden gördüğü zararı yok olma pahasına engelleyerek şahsi eylemlerden uzaklaşmış, ULUSAL EGEMENLİĞE dayalı olarak yeniden örgütlenmiş dünya yönetimleri içinde nadide denecek DEVRİM ile kendisini yenilemiştir ve bu açıdan tam bir devrim niteliğindedir. Bunun yanında Egemenliğin halka ait olması, ortak karar verme yapısının tarihsel ve ananevi kökleri asırlar öncesine uzanır. Öncesi olduğu aşikardır, hatta dünyaya yayılmıştır. Bu açıdan baktığımızda, tam bir aslına dönüş anlamı taşır, Reformist.tir! İNKILAP.tır!

      İYİLEŞME, TEMİZLENME ve HASTALIKTAN KURTULUŞ! anlamındadır. O halde diyebiliriz ki TÜRKLERİN ASLINA DÖNÜŞÜ için verdiği mücadeleye TÜRK DEVRİM'i denir.

   Osmanlı'nın son dönemlerinde görülen şahsi idarenin başarısızlıkları, yenileşme ve ıslahat hareketlerinin mayasının tutamamasının sebebi olarak söylenebilir, Halktan uzak ve hükümran yapısı ve Halk arasındaki etnik ayrıcalıklar bütünleşmeyi engellemiş her tebaa ayrı baş çekmiştir. Halkı ile sevgi, şefkat ile korumaya yönelik bir ilişki kuramayan yönetim, ne kadar çabalasa da asla ayakta kalmayı başaramamıştır ve bundan sonra da bu hükümran tarzı başaran olmayacaktır sanırım.
   
   Köklerimizin bir İmparatorluk kurduğunu ve bütün dünya da yönetim becerisi ile ün saldığını ancak bazı bozulmalar ve bulaşmalar ile çöktüğünü, çöküş sırasında yine bazı iyileştirici önlemler, aldığını hepimiz biliyoruz. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerindeki iyileşme gayretleri, Cumhuriyet ile yapılan İnkılapların başlangıcı sayılır. Bu teze kanıt olarak değerli arkadaşım Fuat Yeşilkaya'nın beni haberdar ettiği; Ahmed Bedevi Kuran'nın yazdığı 'Osmanlı İmparatorluğunda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele' adlı kitabı çok ciddi bir eser niteliğindedir.Bu kitabı anmayı İnkılabın köklerini, baş gösterişini filizlerinin boy gösterişini anlamak açısından çok önemli bulduğumu söylemeliyim! Hemen ilk sayfalardan bir cümleyi burada yad edeyim 'Hiç şüphe yoktur ki, Osmanlı imparatorluğunun parçalanması taassup ve kuru cehalettendir.(1330)'
BAŞÖĞRETMEN 'HASRETLİ OKLAR'
  
    Geçtiğimiz günlerde 30 Ağustos Başkumandanlık ve Zafer Bayramını, ardından da 9 Eylül İzmir'in düşman işgalinden temizlenmesi ve Yurdumuzun büyük bir bölümünün güvenlik altına alınmasının yıl dönümlerini yaşadık. Kıvanç günlerini hasret ve özlemle yüreklerimizde hissettik. Bu günlerde ihtiyacımız olan iyi hissetme, kendini değerli görme duyguları, yine Atalarımızın verdiği amansız mücadele sayesinde sinemizi şenlendirdi.
   Bu güzel duygularla göz attığım bir kaç eski gazetede, O günlerde yeni Türk Harfleri olarak nitelenen sütunlar dikkatimi çekti. Gazetede Türkün asırlardır kullandığı eklemeli dil tekniğine uygun olarak sözcük türetmeye ilişkin sûtun  dil çalışmalarının ne denli özenle bilinç ile yapıldığının açık delili. Ayrıca gazetenin bütününe serpilmiş olan yeni rakamlar, Arapça metinler içinde kullanılan Türk harfleri ile yazılmış kelimeler ve 'tır, dir' eklerinin bütün makale içinde Türkçe yazılışı, bana bu günün etiketlerini anımsattı. Yüzümde gülümseme ve zeka karşısında aldığım memnun eda dışarıdan bile gözlenebilirdi!

  Baş öğretmenin işi olmalıydı bu! Bütünün içinde açan kır çiçekleri! Arapça harflerin arasında özüne, sözüne, yapısına yaşantısına uygun açan renklerce kır çiçekleri, özlemle beklenilen ÖZ'e dönüş! Yeri gelmişken hemen 09/ 09 /1928 Tarihli, Hakimiyeti Milliye gazetesini, örnekleyeyim,
BAŞÖĞRETMEN TÜRK HARF İNKILABI 


Bu güzel ve eşsiz Gazete sayfalarının arkasında Harf İnkılabının yoğun bilimsel çalışmalardan sonra yapıldığını göz ardı etmeden belirtelim. Yeni Türk harflerinin tam bir dökümünü de hemen her günün gazetesinde görmek mümkün, uzunca bir süre sürekli olarak yayınlandığını gözleyebiliyoruz. 
BAŞÖĞRETMEN TÜRK HARFLERİ 
 Zamanlamaya Dikkat!
       9 Eylül 1928 Yedi düvele verilen amansız Kurtuluş Mücadelesinin yıl dönümünde bu kez cehalete verilecek savaşın meşalesini tutuşturmak bu gün bile toplum mühendislerinin parmağını ısırtacak zamanlamadır. Bu kıvanç gününün mutluluğu cehalet savaşının meşalesinin yakılması, başarıların yeni başarılar doğuracak güdülenme kaynağı oluşturması öğretmenliğin kitabını yazmaktır. Demektir ki, başarı en az bir önceki başarı kadar olacaktır bu bir payda koymak bir eşik belirlemektir Baş öğretmenin kendi kendi ile yarışıdır. Kişisel gelişimde kendi kendini aşmaktır. Atatürk'ümüzün kişiliğini Türk Toplumu ile özdeşik kıldığını bildiğimize göre bu gelişmek için sınır gözetmeden her alanda bir önceki başarıyı geçmek demektir.
BAŞKUMANDAN 9 EYLÜL 1928 AKDENİZ  ZAFERİ'

   İstiklali kanı canı pahasına yokluk içinde kazanan Türk Milleti asırlarca kendine dayatılan anlamadığı esir edildiği harfleri aklından tıpkı kara örtüyü yırtıp atar gibi atmaya iştahlanmıştı ve Baş öğretmeni çok ehildi!
 Kıvanç gününün ardı sıra gelen  gazetelerin adının ve bu gün etiket diyebileceğimiz sözcüklerin yeni harfler ile yazılması  küçük bir sütun ile işe başlanması neredeyse bu günün teknikleri ile yarış ediyor. 

  Büyük maharet! Usta bibliyograf Emil Ludwig'in tespite dayalı betimlemesinin ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor bizlere. Ne demişti usta yazar 'Hakiki Tablo'! Bu temaya uygun gazete sütunlarından bir kaç örnek vererek sizlerde Ulusal Egemenliğe dayalı aslına dönüş hareketlerinin kokusunu, tadını duyumsatabilmek benim için son derece mutluluk kaynağı olur. Yarın sabah okulların sonra yüksek okulların açılacağı bir gün, cehalet ile savaşımız da yeni bir gün! Ve yeni bir dönem başlayacaktır. Türk Uygarlığının dünyada çapında çizdiği 'Hakiki Tablo' bütün parlaklığı ve güzelliğiyle yerini alsın eskisi gibi yol gösterici olsun! Bunun için Baş öğretmene kulak vermek onun gibi Ulusunu sevmek gönülden sevmek yeterlidir.

BAŞÖĞRETMEN TÜRK HARF İNKILABI 
    İçinde bulunduğumuz girdaplardan cehalete karşı bir savaş başlatarak çıkmak en doğru yoldur ve alan eğitim alanıdır! Son söz olarak umuyor ve diliyorum ki, önce ki; savaşlarımız kadar kutlu ve sonu esen olur!

18 Ağustos 2018 Cumartesi

KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 'EMPERYALİZM!


EMPERYALİZM
      Ne demektir?
      Ne zaman başlamıştır?
     Bu kavramın içini iyi doldurmadan yada sınırlarını ortaya koymadan ANTİ-EMPERYALİST olmak mümkün müdür?  Sınırlarını bilmediğiniz kavramın karşısında olmak için nerede durmalıyız? Ne yapmalıyız? Bilmek mümkün değil ! Kaşı karşıya kaldığımız sorunun temeline inmek ve eldeki verileri doğru şekilde ortaya koymak için tanımları, doğru yapma mecburiyetindeyiz! Toplam olarak diyebiliriz ki;
 Tanımlar doğru yapılmadığı zaman teşhis ve tespit yanlış ve ya yine farkında olmadan karşısında olduğumuz adrese teslim oluruz!
   EMPERYALİZM
    Bir canlının diğer bir canlıya orantısız güç kullanarak uyguladığı baskı ve zulümdür. Öyle bir zulümdür ki, diğerini yok olmaya veya sürekli sömürüye maruz bırakacak hatta sömürülenin bunu fayda olarak algılayacağı süreklilik arz eden düzenekte olmasıdır. En koyu emperyalizmin göstergesi sömürülenin rızasıdır. Sömürünün fark edilmemsi halidir ki bu çoğunlukla hayranlık ile kol kola gezer ve süreklidir. Sömürülen isteklidir!
  EMPERYALİZMİN en doğru işaretlerinden birisi doğal düzenin bozulmasıdır.
   Sorgulamaya nasıl ve ne zaman başladık! (bireysel olarak)
   Bizim kuşağımız Fransız devrimi referansı ile eğitildi ve uzun zaman Devrimizin taklit olduğunu zannediyorduk ve bir Avrupa hayranlığı ile yıllarımızı askeri darbe ile de apolitik olarak tükettik . Bilginin elektronik ortamda hızlı dağılışı ve sosyal çevremizin genişlemesi, farklı bilgilere ulaşmamızı ve daha önce göremediklerimizi, duymadıklarımı duyma olanağı getirdi.
   Biz Laikliği Fransa'dan, Medeni Hukuku İsviçre'den aldığımızı öğrenerek yarım yüzyıl hayat  sürdük. Bazı büyüklerimiz, anti-emperyalizmi 'Fransız Devrim' hareketlerine bağlıyorlar ve o tarihten başlatıyorlar. Gerçekten öylemi ? Fransız Devriminden önce emperyalizm olgusu ile tanışmamış mıydık? Yoksa adını mı bilmiyorduk?
  O halde sömürgecilik ve dünya üzerindeki kendinden daha az gelişmiş, alet edevata sahip halklara uygulanan kırımları hangi kavram ile belirleyeceğiz ?
Emperyalizm tarihinin Fransız Devrimi ile başlatılmasına bir karşıtlığım daha var bir olgunun adı konulmuş ise görünür ve fark edilir olmuştur ve büyük ihtimal o artık başka bir gömlek giyerek başkalaşmış demektir. Aslında bu tarihten sonra daha yoğunlaştığını ancak gizlendiğini söylemek istiyorum. Bana göre Fransız devriminden sonra emperyalizm daha komplike olarak evrimleşmiş araçlarını çeşitlendirip kuvvetlendirmiştir.
Arkadaşlarımın birinin yorumu ile Emperyalizm, Collier's Ansiklopedisine göre üç ana döneme ayrılmış.
   1- 16. yüzyıla kadar olan ve içinden 19 yüzyıldaki paylaşım savaşını doğuran dönem,
  2-19 Yüzyılda, 1.Dünya savaşı ki, bu savaşa Kemal ATATÜRK önderliğinde bizim Atalarımız son verdi,
  3- Dönem ise içinde bulunduğumuz evre olarak belirtilmiş. 
KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 'EMPERYALİZM'


En koyu ve acımasız dönemi yaşıyoruz sanki. Saatler içinde değişen kurlar, teknolojik ve araçsal ambargolar, ek vergiler gibi. Bir gün içinde hatta saatler içinde yoksullaşıyor yada zenginleşiyoruz  üstelik vatandaş olarak hiç bir şey de yapmadan.
  Emperyalizm ne zaman başladı soruna verdiğimiz cevaplar o kadar çeşitli ki, yalnızca bir kaçı..
  para icad olduktan sonra,
  din icad olduktan sonra,
  tekerlek icad olduktan sonra vs uzayıp gidiyor.  
 Demek ki, bir de çeşitleri var yada güç kullanımı ilahi güç kullanımı, cins gücü kullanımı gibi!
Açarsak dünya iki bin yılı geçkin süreyle dinler üzerinden,  savaşlara sahne olmuştur! 
Din savaşlarının bağlandığı İlahiyat aslında tam bir emperyalist içeriktedir ve tahrifatlandırılmıştır. İnsanların inanma arzuları kullanılarak saptırılmış oynanmış bilgiler ile kan ve göz yaşına batırılmıştır. Oysa yardanın zaten bir düzeni vardır! Diğer canlıların yaşam hakkına saygı koşuldur. Aynı şekilde insanın kendi eşey cinsine karşı uygulanan baskı ve zulüm ile kadınlar bin yılardır edilgen, taciz gören, istismara uğrayan konumdadır.
Kültürel ve teknolojik emperyalizmi de atlamadan belirtelim!
Ben işin aslını insan oğlunu aklında buluyorum !
İnsanoğlu aklı ile orantısız güç elde edince emperyalizm başladı. Eğer emperyalizmi yalnızca insanın insana ettiği zulüm olarak görürsek büyük bir yanılgı ve hata yapmış oluruz. Bu gün insanın dünyaya ettiğini hangi canlı türü yapabilirdi. Dünyanın neredeyse altını üstüne getiren insan artık uzayın altını üstüne getirmeye talip!
   Üzerinde durduğumuz ve daha çok ilgilendiğimiz ekonomik emperyalizm. Ülke olarak dışa bağımlılığımızı sorguladığımız elimizden düşüremediğimiz teknolojik araçlar nedeniyle hissetme eşiğimize giren bağımlılık hali. İstiklali yerinde olmak yerine kendi hukuk kurallarımızı ve güvenliğimizi ilgilendiren cezai işlemlerde bir müstemleke vaziyetine düşmek! Alınan tedbirlerin yetersizliği ve esasa yönelik olamadığını görmek, son derece vahim!
KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 'ANTİ-EMPERYALİZM'


  Bir Kemalist olarak benim için üzücü olanda, emperyalist diye andığımız Ülkeler ile yandaşlık ederek, güçsüz Ülkelere yapılan yayılıma politikalarıdır! Onların madenlerine topraklarına kiralamaya talip olarak  açıklarımızı kapatmayı örneklemek. Bu hareket dünyanın doğal düzenine aykırı olduğu kadar dinimizin temel düsturlarına da aykırıdır. Türk Milleti olarak, bizi biz yapan temel felsefemizden uzaklaşıyor olmak, sömürüye karşı duracağımız yerde, kolay olanı seçerek bizde kendimizden daha güçsüz olanları mı sömürelim!
 Emperyalizmle baş etmenin yolu emperyalist olmak mı ?   
Yoksa mazlumların hakkına saygı gösterip kendi varlıklarımızla,

         
        ANTİ-EMPERYALİST OLMAK MI?

KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 'ÖĞÜT'

ÖĞÜT

KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 

KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL ' UMUT'


UMUT
   Bu gün Kooperatifte hasbıhal bazındaki iki saatlik birliktelikten sonra yine hayıflanmaya başlamıştım.  Üzülüyordum, çok üzülüyordum.
Devletim, Milletim, Cumhuriyetim için endişelerim benliğimi esir almıştı. Kafamda her şeyin bir cevabı vardı ve nedenlerini açık açık gördüğüm ancak paylaşmakta sıkıntı çektiğim ya da ne zaman paylaşacağıma karar veremediğim bir sürü soru ile eve geldim. Yanımda çok saygıdeğer sevdiğim bir hocam vardı ve çok güzel bir tatil günü geçirmiştim ancak rahat değildim!
ANKARA MEMURLAR KOOPERATİFİ
GENEL KURUL TOPLANTISI
  Kafamın içini durmadan didikleyen alıcı kuşlardan kaçmak için her zaman yaptığım gibi; ya kitaba ya da elektronik ortamdaki bilgi denizine dalmaya karar vermiştim. İlk önce amacım başka bir konu ile ilgili bir kaynak bulma çabası iken, yine bu bilgi denizinde ummadığım  ya da amaçlamadığım  bilgilere eriştim.           
  Eski Gazetelerden bir kaç kupür okumaya başladım . Son derece ilgimi çeken bu zaman aralığında bir biri ardına okuduğum haberler beni öyle mutlu ediyordu ki saatlerin akıp geçtiğinin farkında bile değildim. Gözüm saate iliştiğinde gecenin biri olmuştu. Karşılaştığım haber, tamda bu günün, Kooperatifteki söyleşinin hemen ardından dikkatimin yoğunlaşmasına neden oldu ve yazmaya karar vermeme neden oldu. Daha önce yazdığım 'İlk Adımım' adlı yazıya eklemek adına, bu geçmiş zaman haberini sizlerle paylaşmaya karar verdim.
  Yazı da belirttiğim gibi Atatürk'ün desteği ile kurulan kooperatif zamanının bankalarından daha büyük hacme sahip olmuştu!
   Büyük bir güven vermiş!
   Bugünlere geldiğimizde eski ve tarihi gibi sıfatlar ekleyerek böyle büyük işler yapmış kurumun içinde bulunmak, tıpkı bir aslanın kafeste ölmesini seyir etmek kadar üzücü, çok üzücü! Çare dediğimizde elimizde açık veriler olmasına rağmen güven ve uygulanabilirlik kalmamış!
  Ülke olarak içinde bulunduğumuz iç ve dış siyasi ortam, ciddi anlamda endişe verici ve uzun zamandır rahat bir nefes almakta gerçekten sıkıntı çekiyoruz! Üstüne üstlük bu gün haberleşme kanalları ile terör örgütünün icra ettiği hadsizlik son derece vahim! Siyasi, Ekonomik ve kültürel kıskaçların ortasında ne yapacağımızı bilemiyoruz! Zorlanıyoruz ! Zorlanıyorum!
      İnsan bünyesi aşırı yükü kaldırmaya çalışırken kendisi için dengeleyici mekanizmalar geliştiriyor ve bu mekanizmalardan bazıları kendisine yarar, bazıları ise zarar veriyor. İşte ben baskı duyduğumda okumayı seçenlerdenim. Okumak benim yaralarımı sarıyor, olduğumdan daha iyi hissettiriyor, güven duymaya başlıyorum, olabilirlerim artıyor, içimi umut kaplıyor!
   Sözünü ettiğim bu haberi aktarmaya çalışacağım ve parantez içinde küçük açıklamalar yapacağım!
Bu güzel gazete haberi; umuyorum ki, sizlerin de inancınızı ve umudunuzu artırır.
  
28 Mart 1937 Tarihli 'CUMHURİYET' Gazetesi ikinci sayfada yer alan habere göre;
''Ankara Memurin  Kooperatifi İçtiması''
(küçük başlığı ile sunum bulmuş ve düşünün ki, bu haber o günlerde sıradan haber)
Ankara Memurin Kooperatifi Heyeti Umum iyesi bu gün Halkevinde, Maliye Vekaleti Müsteşarı Faik Baysal'ın Reisliğinde toplanarak İdare Meclisinin yıllık raporunu tasvip etmiştir. (görevi biten azâların ve yenilerinin seçimi bildirilirken) Tasvip edilen bilançoya göre bu sene ortaklara iştirak hisseleri nispetinde yüzde on ve şirketten yaptıkları mubayaata nispetle, yüzde sekiz temettü dağıtılacaktır. Bu netice Ankara Memurin Kooperatifi, on bir senelik mesai hayatında ilk olarak tecelli eden müspet bir vakıadır.'' 
Diye bitiyor.
    Umarım bu haberin güzelliği  paylaşımcılığı dürüstlüğü  geçmiş zamanlarda olduğu gibi hepimizi sarar!
   Aziz Atatürk'ün bizzat öncülük ederek kurduğu ve kendi cebinden sermaye verdiği, bu kooperatifler için şimdilerde biliyorum ki, mesnedi olmayan bir dünya haber yapılıyor. Oysa burada gazeteye rakamlar olarak yansıyan ancak aslında dürüstlüğün doğruluğun ve hakça paylaşımın bir toplumu nasıl özgür müreffeh ve haysiyetli kıldığını görmezden gelmek için insanın akıl zorunun olması gerektiği, gözler önüne açıkça seriliyor.

ATATÜRK YOLUNDA OLACAĞIMIZ GÜNLER 
UMUDU İLE!

KEMALİST ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 'UMUT'


UMUT
   Bu gün Kooperatifte hasbıhal bazındaki iki saatlik birliktelikten sonra yine hayıflanmaya başlamıştım.  Üzülüyordum, çok üzülüyordum.
Devletim, Milletim, Cumhuriyetim için endişelerim benliğimi esir almıştı. Kafamda her şeyin bir cevabı vardı ve nedenlerini açık açık gördüğüm ancak paylaşmakta sıkıntı çektiğim ya da ne zaman paylaşacağıma karar veremediğim bir sürü soru ile eve geldim. Yanımda çok saygıdeğer sevdiğim bir hocam vardı ve çok güzel bir tatil günü geçirmiştim ancak rahat değildim!
  Kafamın içini durmadan didikleyen alıcı kuşlardan kaçmak için her zaman yaptığım gibi; ya kitaba ya da elektronik ortamdaki bilgi denizine dalmaya karar vermiştim. İlk önce amacım başka bir konu ile ilgili bir kaynak bulma çabası iken, yine bu bilgi denizinde ummadığım  ya da amaçlamadığım  bilgilere eriştim.              
ANKARA MEMURLAR KOOPERATİFİ
GENEL KURUL TOPLANTISI
  Eski Gazetelerden bir kaç kupür okumaya başladım . Son derece ilgimi çeken bu zaman aralığında bir biri ardına okuduğum haberler beni öyle mutlu ediyordu ki saatlerin akıp geçtiğinin farkında bile değildim. Gözüm saate iliştiğinde gecenin biri olmuştu. Karşılaştığım haber, tamda bu günün, Kooperatifteki söyleşinin hemen ardından dikkatimin yoğunlaşmasına neden oldu ve yazmaya karar vermeme neden oldu. Daha önce yazdığım 'İlk Adımım' adlı yazıya eklemek adına, bu geçmiş zaman haberini sizlerle paylaşmaya karar verdim.
  Yazı da belirttiğim gibi Atatürk'ün desteği ile kurulan kooperatif zamanının bankalarından daha büyük hacme sahip olmuştu!
   Büyük bir güven vermiş!
   Bugünlere geldiğimizde eski ve tarihi gibi sıfatlar ekleyerek böyle büyük işler yapmış kurumun içinde bulunmak, tıpkı bir aslanın kafeste ölmesini seyir etmek kadar üzücü, çok üzücü! Çare dediğimizde elimizde açık veriler olmasına rağmen güven ve uygulanabilirlik kalmamış!
  Ülke olarak içinde bulunduğumuz iç ve dış siyasi ortam, ciddi anlamda endişe verici ve uzun zamandır rahat bir nefes almakta gerçekten sıkıntı çekiyoruz! Üstüne üstlük bu gün haberleşme kanalları ile terör örgütünün icra ettiği hadsizlik son derece vahim! Siyasi, Ekonomik ve kültürel kıskaçların ortasında ne yapacağımızı bilemiyoruz! Zorlanıyoruz ! Zorlanıyorum!
      İnsan bünyesi aşırı yükü kaldırmaya çalışırken kendisi için dengeleyici mekanizmalar geliştiriyor ve bu mekanizmalardan bazıları kendisine yarar, bazıları ise zarar veriyor. İşte ben baskı duyduğumda okumayı seçenlerdenim. Okumak benim yaralarımı sarıyor, olduğumdan daha iyi hissettiriyor, güven duymaya başlıyorum, olabilirlerim artıyor, içimi umut kaplıyor!
   Sözünü ettiğim bu haberi aktarmaya çalışacağım ve parantez içinde küçük açıklamalar yapacağım!
  Bu güzel gazete haberi; umuyorum ki, sizlerin de inancınızı ve umudunuzu artırır.
   28 Mart 1937 Tarihli 'CUMHURİYET' Gazetesi ikinci sayfada yer alan habere göre;
''Ankara Memurin  Kooperatifi İçtiması''
(küçük başlığı ile sunum bulmuş ve düşünün ki, bu haber o günlerde sıradan haber)
Ankara Memurin Kooperatifi Heyeti Umum iyesi bu gün Halkevinde, Maliye Vekaleti Müsteşarı Faik Baysal'ın Reisliğinde toplanarak İdare Meclisinin yıllık raporunu tasvip etmiştir. (görevi biten azâların ve yenilerinin seçimi bildirilirken) Tasvip edilen bilançoya göre bu sene ortaklara iştirak hisseleri nispetinde yüzde on ve şirketten yaptıkları mubayaata nispetle, yüzde sekiz temettü dağıtılacaktır. Bu netice Ankara Memurin Kooperatifi, on bir senelik mesai hayatında ilk olarak tecelli eden müspet bir vakıadır.'' 
Diye bitiyor.!
   Umarım bu haberin güzelliği  paylaşımcılığı dürüstlüğü  geçmiş zamanlarda olduğu gibi hepimizi sarar!
   Aziz Atatürk'ün bizzat öncülük ederek kurduğu ve kendi cebinden sermaye verdiği, bu kooperatifler için şimdilerde biliyorum ki, mesnedi olmayan bir dünya haber yapılıyor. Oysa burada gazeteye rakamlar olarak yansıyan ancak aslında dürüstlüğün doğruluğun ve hakça paylaşımın bir toplumu nasıl özgür müreffeh ve haysiyetli kıldığını görmezden gelmek için insanın akıl zorunun olması gerektiği, gözler önüne açıkça seriliyor.

ATATÜRK YOLUNDA OLACAĞIMIZ
 GÜNLER UMUDU İLE!

15 Haziran 2018 Cuma

KEMALİST UZMAN ÖĞRETMEN MİNE BÜLBÜL 'İYİLEŞMEK İSTİYORUM'


ÇOCUĞUN DUYGUSAL ZEKASINI NASIL GÜÇLENDİRİRSİNİZ ?
EĞİTİM PEDİA sitesinin konuya ait bilimsel makalesini okuduğumda olumlu eleştiri bazında, GÖRÜŞLERİM !
'İYİLEŞMEK İSTİYORUM'
   İnsanlar duygularıyla hareket ettiklerinde normal zamanlarda yapmayacakları şeyleri yapar ya da söylemeyecekleri şeyleri söylerler. Çocuksanız, bunu hep yaparsınız. (KATILMIYORUM. İnsanlar her zaman duyguları ile hareket ederler bu sadece çocuklara özel bir durum değildir.  Çocuklar ve büyükler arasında farklı olan yaşantı çokluğu, yani tecrübedir. Duygular, yaşantı boyunca daha tanıdık ve çabuk fark edilir duruma gelir ki, biz de buna bilincin yükselmesi diyebiliriz. Çocukluktaki duygular daha bütünsel daha iç içe geçmiştir. Ayrıntılar ve özel uzantılar yaşantı yoluyla gelişir.)
Duygusal öz düzenleme (bence duygusal öz düzenleme değil, öz duygusal düzenleme, olmalıdır. Neden olarak duyguların, çeşitliliği ve gelişmişliği insana göre farklılık gösterir, yani her insan her duygu tanıma fırsatı bulmamış olabilir!), kişinin duygularını hissetme (duygu ve hissetme aynı şeydir, burada duyguları fark edebilme veya adlandırabilme, ifade edebilmekten söz edilebilir.) etme şeklini idare edebilme becerisidir.(Durum, duygunun düzenlenmesinde yada dışa vurum şeklinde düğümlenir. Kişi karakteri ve yeterliliği ölçüsünde duygularını kendi içinde adlandırarak ve daha sonra toplumun kabul ettiği normlar ışığında bir ifade şekli bulacaktır. Yani tam bir problem çözümü ile karşı karşıya olan kişi bu probleme ne kadar etkili çözüm getirir ise duygularını o kadar iyi yönetebilen veya düzenleyebilen kişi olacaktır.) Çocuklar duygusal öz düzenleme becerilerini zaman içinde geliştirirler. (Zaman içinde ve çevrelerinde ki, kişilerin öz duygusal düzenlemelerinin etkisi altında, duygusal öğrenme de çevreden bağımsız asla gelişemez. Çocuğu ebeveynlerinin bulunmadığı yalnız bir ortamda büyümeye bıraktığımızda, duygularının gelişmesinden söz edebilir miyiz!) Dört yaşındaki pek çok çocuk dış dünyadan gelen rahatsız edici uyaranları etkisiz kılacak stratejiler kullanmaya başlar. (KATILMIYORUM. Dış dünyadan rahatsız edici bir uyarı gelmez bu korkunç hata!  Dış dünyadan gelen uyarıcı sizin yaşam şartlarınıza uygun değildir ama bir başka canlı için yaşam kaynağı olabilir! Gelen uyarıcı kişiyi yada varlığı etkileyecek durumda ise veya varlık tehlikesi doğuracak  şiddete geldiğinde tepki duyulur. Bu tepkilerin bazıları öğrenilmiş, bazıları da refleks tepkileridir. Refleksler, sosyokültürel ortamlardan bağımsız ve evrenseldir, dünyanın her yerinde korkan çocuk gözlerini kırpıştırır. İlk defa şiddetli bir uyaran ile karşılaşan organizma, ilk önce istenmeyen cevap verse de organizma  tarafından anlaşılıp ve kodları çözülünce bu yönetilebilir hale gelme olasılığındadır! Yani çocuklar korktuğunda gözlerini kapatır bu bütün dünya da böyledir. Bu tepkisel davranışlara daha çok duygu öncüleri demek daha doğru olabilir.), çok yüksek bir ses duyduğunda kulaklarını tıkar. (Bu tepkilerin duygusal zekaya örnek verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yüksek ses karşısında kim kulaklarını kapatmamak ister!)
Çocuklar on yaşından sonra duygusal öz düzenleme için daha karmaşık stratejiler kullanmaya başlarlar. Bu stratejiler iki basit kategoriye indirgenebilir: Problemi çözmeye yönelik olanlar ve duyguya göz yummaya yönelik olanlar.
Çocuk bir problemle başa çıkma şeklini değiştirebiliyorsa (Problemle başa çıkma şeklini değil, çözümleri değiştirebilir,  başka bir çözüm yolu dener.), problem odaklı başa çıkma; problemin çözülemez olduğuna karar verirse bu kez, sıkıntısını kontrol altına alıp tahammül edebilmek için, duygu odaklı başa çıkma söz konusudur. (Çözülmeyen problem organizmayı sürekli rahatsız eder. Bastırma yöntemi ile suskunlaşan kişi, başka uyarıcılara beklenmeyen tepkiler vererek rahatsızlığını mutlaka dile getirir. Burada sadece çözüme giden yolu uzatarak ertelemeden söz edebiliriz ki, her kişide ertelemeye katlanma süreci konsantrasyonu farklıdır.)
Duygusal zekâ
Bu stratejilerin hepsi duygusal zekânın bir parçasıdır. Duygusal zekâ, farkındalık, anlayış (KAVRAYIŞ, durumu kavrama, bilgiyi kavrama, karşısındakinin karakterini kavarama, problemi kavarama vb gibi.) ve insanın duygularını ifade edip yönetilmesi demektir.
Dünyada çocukların akademik başarıları üzerine yoğunlaşılırken duygusal öz düzenlemenin üzerinde fazla durulmuyor. Çocukların ilerideki başarıları üzerinde duygusal zekânın IQ’dan iki kat etkili olduğunu gösteren araştırmalar düşünüldüğünde bunun yanlış bir strateji olduğu ortaya çıkıyor. (Burada kesinlikle şahsi bir öngörümü yazmak istiyorum. IQ diye bir zeka çeşidi yoktur! Sadece Öğrenme Basamakları vardır ve öğrendiklerimizin hepsi duygularımızın gelişmesine, çeşitlenmesine zemin hazırlar. Bu durumu zeka testlerinin başarısızlığının kayıtlara geçmesi ve bu konudaki okumalarımdan, bu yana düşünüyorum. En son duygusal zekayı okuyup  içimde yoğurmaya başladığımda deklare edilen bu iki zeka çeşidini, eğitimim ile güncellemeye yerleştirmeye çalışıyorum. Kendimde fark ettiğim kadarıyla, her hangi bir problemim ile ilgili  konu hakkında, ne kadar bilgili  isem o kadar çeşitli çözüm düşünüyor ve daha güvenle hareket ediyorum! O halde IQ aslında EQ'yu besleyen ve tek başına bilmek dışında bir etkisi olan bir zeka çeşididir ve bence IQ yoktur! Bilgi eriştiği basamaklar vardır.)
Özellikle, duygusal zekânın bir parçası olan öz denetimin çocukların ilerideki başarıları üzerinde önemli bir etkisi bulunuyor. Tepkilerini kontrol edebilen ve dikkat dağınıklığından (Dikkat dağınıklığının çok başka sebepleri olduğunu düşünüyorum ve katılmıyorum. Bu problem durumunun nedenlerini ayrıca incelemek gereklidir. Çünkü nedenleri doğru ortaya konulmayan problemden, doğru sonuçlar elde etmek ne denli mümkün olabilir ki! Bunun yanında dikkat dağınıklığı teşhisi alan ve aslında tutarsız ebeveyn davranışlarının sonucu şaşkın çocuk nerede ne zaman ne yapacağına karar vermekte büyük sıkıntılar çeker ve hareketlerini hızlandırarak davranış izlerini silmeye çalışıyor olabilir! Teşhisin acele iyice kontrol edilmeden konulması problemin doğru anlaşılmamasına sebep oluyor, ve zavallı çocuklar kusurlu sayılıp özel gereksinimli  öğrenciler haline gelebiliyor. Burada yalnızca anne baba değil çocuk ev ve toplum arasındaki tutarsızlıklara tabii kalabiliyor. Ne yazık ki toplum olarak anlaşılmış açık seçik siyasi değerleri sabitleyebilmiş bir norm yakalayabilmiş değiliz iktidarlara göre değişen değer yargılarımız var.) kaçınabilen çocuklar daha toplum yanlısı davranışlar geliştirip hedeflerine ulaşabiliyor. Öz denetim konusunda okul çocukları üzerinde yapılan bu çocuklarının otuzlu yaşlarını da kapsayan bir araştırma, öz denetimin, IQ, sosyo ekonomik statü ve aile çevresine göre, başarıyı daha fazla etkilediğini ortaya koydu. Daha yüksek öz denetime sahip çocuklar aynı ileride daha sağlıklı ve daha zengindiler, sabıka kayıtları ya da alkol problemleri çok daha azdı. ( Bu araştırmanın kontrol ettiği, anlamlı bir bağ bulmaya çalıştığı öz denetimin sosyokültür ile olan bağı bence son derece yanlış bir problem ile yola çıkılmış ya da bir hatalı durum var anlayabilmiş değilim! Özdenetimi yüksek çocukların iler ki hayatlarında başarı oranı yüksek, desek peki o zaman dahileri, sanatçıları, hapishanelerde yazılan kitapları, eserleri, hangi kategoriye almalıyız? Onlar kendilerini denetleyip bastırsalardı, erteleselerdi, hapishaneye düşmezlerdi, dolaylı olarak da çareyi de sanatta aramazlardı. Hiç düşündünüz mü, Nazım Hikmet eğer hapiste olamasaydı O muhteşem şiirlerin hepsini yazabilir miydi ? Ya da Yılmaz Güney! Bir eleştirmenin ona 'hapisten çıkınca Yılmaz Güney'in dehası tükeniyor' dediğini okudum. Bu durumları da hesaba katmak gerektiğini düşünüyorum. Aslına bakış açımızda bir sorun var ve hereksi ille de normatif bireyler yapmak istiyoruz, fabrikadan çıkmış gibi çeşitli beden ve renk ve detayda!) 
Duygular bir amaca hizmet eder
Duygusal zekâ her şeyden önce duyguları anlamak ve farkına varmaktır. Duygularımızı kontrol ve ifade edebilmemiz için önce anlayıp kabul etmemiz gerekir. Duygular rahatsızlık kaynağı değildir, insanın gelişiminde bir amaca hizmet ederler. Ayrık duygular kuramı, ilkel duygularımızın zaman içinde farklı amaçlara hizmet edecek ve davranışlarımızı belirleyecek şekilde geliştiğini ortaya koyuyor.
Üzüntü, zihinsel ve motor etkinliklerimizin yavaşlamasını sağlar. Bu da bizim duygusal keyifsizliğimizin sebebini anlayıp, sebeplerine daha yakından bakmamıza izin verir.
Bunun tam tersine, öfke bizi hızlandırır, uzuvlarımıza daha fazla kan akışı sağlayarak yoğun bir enerji açığa çıkmasına neden olur. Başlarda bu insanın bir dövüşe hazır olması için önemliyken modern zamanlarda bu gergin enerji başka tür bir mücadelede işe yarıyor. Haklarımız ihlal edildiğinde ya da olası tehlikelere karşı kendimizi korumamız gerektiğinde öfkeleniyoruz.
Duygularımıza saygı duymamız ve üzerlerinde düşünmemiz gerekiyor. Bu, çocuklarımızın yoğun ve yoğun görünmeyen duyguları için de geçerli. Kızım daha öne yapabildiği bir şeyi artık yapamadığında, örneğin araç koltuğunun kemerini bağlayamadığında yoğun bir öfke duyuyor örneğin.
Amerikan Pediatri Akademisi ebeveynlerin televizyon, tablet gibi cihazları çocuklarının olumsuz duygularını yatıştıracak bir araç olarak kullanmamalarını öneriyor. Çocukları yatıştırmak için bu araçların kullanılması onların kendi duygularını düzenleyebilme becerilerine ket vuruyor.
Temel olarak, çocukların öz denetimlerini ve duygusal zekâlarını geliştirebilmeleri için bu duyguları yaşayıp onlara tahammül etmeyi öğrenmeleri gerekiyor.
Başlık çok güzeldi ve beni çok etkilemişti, oysa bu başlık ile ayrılmış bölüm ile metnin ilgisini kurmak çok zor! Eksik bir şeyler olduğunu hissediyorum ! Karşıma çıkan bu problemi dilim döndüğü bilgim yettiğince tamamlamaya çalışacağım. Başlık ' Duygular bir amaca hizmet eder ' evet yüzde yüz katılıyorum, örneğin bu bilimsel makaleye ayrıntılı eleştiri getirmek, bir alt yapı bilgisini, bir bilimsel görüşü, bir tecrübeyi ve donanım dediğimiz, çok faktörlü düşünme eylemini beraberinde getiriyor ve uyarıcı makale karşısında bir öğretmen olarak okuma, anlama, kavrama ve cevap verme eylemini 'DUYGULARIM' yoluyla yapıyorum. Nedir bu duygu en başta gelişen, değişen, dönüşen bilginin hızla yayıldığı ortamda, mesleğimin gerektirdiği entelektüelliği yakalama, yeni bilgiler öğrenme, karşıma çıkan ve çıkabilecek sorunlara daha etkili çözümler bulma, kısaca 'daha iyi daha doğruya ulaşma çabası' dünya daha güzel bir yer olmalı görüşündeyim ve biz insanlar, bu dünya da güzel şeyler yapmalıyız! Çocuklarımız daha mutlu, daha müreffeh, daha sevgi ve saygıyla yaşamalı! İşte AMAÇ peki ben hangi duygular ile doluyum.
Bakalım, duygumu doğru tespit edebilecek miyim!
       'İYİLEŞMEK İSTİYORUM İYİLEŞMEK ' ve bunu okuyarak, yazarak dünyayı ve içinde bulunduğum şartları kavrayıp, değerlendirerek sevgi ve saygıyla yapmaya çalışıyorum. Daha iyi olmak, daha bilgili, daha güzel! En, en güzel !
 Şair diyor ki;
             ''iki ayak üzerinde durduğumuzdan beri,
iyi de biz, kötü de biz.''
Taşı yontup araç yapanda biz, onunla cana kıyan da! Atomu parçalayıp, enerji üreten de biz, bomba atan da!
Peki AMAÇLAR aynı mı evet aynı. İnsanoğlu eksiği nerede ? ne şekil de algılıyorsa onu elde etmeye çalışıyor. Amaç hep bir adım daha öne gitmek bir daha fazlasını elde etmek. Düğüm burada bu amaçları nereye kadar sürdürebiliriz?  Amacımız kendi sonumuzu hazırlar mı!
     
Çocuğunuzun duygusal zekâsını artırmak
Duygusal zekânın çocukların ilerideki hayatları üzerinde çok etkili olduğu ortaya çıktıkça araştırmacılar, çocukları yetiştiren kimselerin bu zekânın geliştirilmesi için neler yapabileceği üzerinde durmaya başladılar. John Gottman, duygusal zekânın nasıl geliştiğini anlamaya çalışırken ebeveynlerin çocuklarının duygularına verdikleri tepkileri gözlemledi. Bunun sonucunda ebeveynlerin çocuklarının duygularına dört şekilde tepki verdiğini buldu:
Ciddiye almayan ebeveynler, çocuklarının duygularının önemsiz olduğunu düşünüyor, çoğu zaman dikkatlerini dağıtma yoluyla onların duygularını ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Onaylamayan ebeveynler, olumsuz duyguları genellikle cezalandırma yoluyla ortadan kaldırılması gereken bir şey olarak görüyorlar.
Oluruna bırakan ebeveynler, çocuklarının bütün duygularını kabul ediyorlar ama Sessiz ve yargılayıcı bir tavrı burada görmek mümkün bilinçaltına yerleşecek türden bir ret ediştir aslında oluruna bırakmak, önemsememek, değer vermemek.) çocuklarının problemleri çözmesine yardımcı olmuyor ya da belli davranışlarına sınır getirmiyorlar. (Pusuda bekleyen aile en küçük yanlış davranışta çocuğu ilk yargılayacak mahkeme ancak problemin ortaya çıkmamasına olanak verecek yönlendirme kural, öğüt sınır belirleme yapılmıyor ki bu çocuklar için en zor durumdur.)
Duygu koçu ebeveynler, olumsuz duyguların ('OLUMSUZ DUYGULAR' diye bir şey olamaz!  Bu ciddi büyük bir hata, ne yazık ki, en yetkili hocalardan, radyo ve televizyondan dahi duyuyorum bu yöndeki duygu nitelemesini ve son derece yanlış buluyorum. Bazı duygular olumsuz duygular olarak niteleniyor. DUYGU'nun asla 'OLUMLUSU' 'OLUMSUZU' olamaz kimse kimseyi duyguları konusunda yargılayamaz eleştiremez SORUN DUYGUYU BELİRTEN DAVRANIŞLARIN olumlu yada olumsuz olması ve içinde yaşanılan toplumca hatalı karşılanmasıdır ki, bu da değişkendir, toplumdan topluma kişiden kişiye vs değişebilir. Bunun yanında evrensel olarak doğru olan ve doğru olmayan davranışlar da vardır. Örneğin dünyanın hiç bir yerinde bir insanın diğer bir insanı öldürmesi doğru karşılanmaz. İçimizdeki kin, nefret, haksızlık vs duyguları doğru yönetemediğimiz de yeltenilecek bir davranıştır. Burada yanlış olan kıskançlık ve ya haksızlığa uğradığını düşünme duygusu değil, bu eksiği, bu baskıyı ortadan kaldırmak için gösterilen davranışın normalitesidir.) değerini biliyorlar, çocukların bu duygularını ifade etmelerini sabırla karşılıyor ve duygusal deneyimleri çocuklarıyla bağlarını güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyorlar.
Gottman’ın araştırması ebeveynleri duygu koçu olan çocukların fiziksel olarak daha sağlıklı olduklarını(Bu konuda yine 'hemen her konuyu ATATÜRK'e bağlıyorsun' diyen oğluma gönderme yaparak, ATATÜRK'ümüzün 'Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!' özdeyişini vurgulayalım.  
'NEŞE' DUYGUNUN  İYİ YÖNETİLDİĞİNİN  GÖSTERGESİ
Bu günlerde beslenme problemlerinin ve şehir hayatının konservatif etkisinin, ruh ve beden sağlığımıza olan olumsuz etkileri, hakkında araştırma sonuçlarına dayanan yüzlerce bilgi akışı görüyoruz ve okuyoruz. Bunların doğal olarak, yaşamsal duygularımıza etkisi olacaktır, ancak bu veriyi acaba sorunlarımızın çözümünde bir etken olarak, problemin ortaya konmasında kullanıyor muyuz? Bence hiç kullanmıyor ve problem çözümüne daha ilk etaptan yenik veya yanlış başlıyoruz. Doğadan ve sağlıklı yaşam alanından uzak kalan çocuklarımızın, sağlıklı yaşamsal duygular, geliştirmesini beklemek büyük bir haksızlık olacaktır, görüşündeyim. Etrafımızda gördüğümüz gençleri, bu gözle değerlendirir isek ya çok zayıf kaslarının gereken kadar güçlü olamadığını ya da genç yaşlarına rağmen yağlı ve sarkık olduklarını, gözlemek mümkün. Bununla birlikte spor yapan gençlerin ise neşelerinin yerinde olduğunu söyleyebiliriz.), okulda daha iyi notlar aldıklarını ve arkadaşlarıyla daha iyi geçindiklerini ortaya koyuyor. Duygu koçu ebeveynler çocuklarına duyguları konusunda yardımcı olurken beş temel ilkeyi izliyorlar. (Ebeveynler, hangi duruma göre kendilerini eğitecekler, merak ediyorum. Her teze göre eğitim yaptıkları zaman ömürlerini çocuklar için yaşayan ebeveynler, ne kadar mutlu olacak ve daha sonra kendi mutsuzlukları üzerine çocukları için duygularını sabır ile özveri ile bastıracaklar. Düşüncem; Ebeveynlerin kendi duygularını iyi yönetmeye çalışması, çocuk için özel bir davranış geliştirmek yamalık gibi sonuç vermeyen doğal olmayan ve en önemlisi sürdürülmesi zor ve zorlayıcı bir işlem olacaktır. Yaşamını iyi organize etmiş bir ebeveyn için, çocuğuna duygu yönetimi öğretmesine gerek olduğu söylenemez! 
ÖNEMSEYİŞ
O zaten karşısındaki herhangi kişiyi, anlamak, sevmek, önemsemek üzere geliştirmiş ise çocuk otomatik olarak rol model etkisi ile ebeveyni örnekleyecektir.)  Bazen bu çok fazla zaman gerektirebilir. Gottman araştırmasında, duygu koçu ebeveynlerin zamanlarının sadece %20-25’inde bu beş ilkeyi izlediğini ortaya koyarak, her zaman bu süreci takip edemeyecek ebeveynlerin suçluluk duymasına gerek olmadığını belirtiyor.
     (Bu bölümden sonrasına bir tek şey ilave edeceğim kendi duygularının farkında olamayan kavrayamayan ebeveyn, çocuğunun duygularını nasıl fark edecek ? Gerçekten bazen 'bilim, sadece bilim sanayiine hizmet etsin' diye yapıldığını düşünüyorum!)
İşte duygu koçu ebeveynlerin izlediği beş adım:
1. Adım: Çocuğunuzun duygularının farkına varın.
Kendi duygularıyla ilgili farkındalık sahibi olan duygu koçu ebeveynler, çocuklarının duyguları konusunda da hassaslar. Çocuklarının, duygularını daha güçlü ifade etmesi gerekmiyor.
2. Adım: Duyguları çocuklarınızla bağ kurmak ve onlara bir şey öğretmek için bir fırsat olarak görün.
Çocukların duyguları rahatsızlık kaynağı ya da bir zorluk değildir. Bu duygular çocuğunuzla bir bağ kurabilmeniz için fırsattır, onları zorlu duygularla başa çıkmaları için yönlendirin.
3. Adım: Dinleyip tasdik edin.
Çocuğunuz duygularını ifade ederken bütün dikkatinizle dinleyin. Dinlediklerinizi tekrar anlatın, böylece çocuğunuza onun yaşadıklarını anladığınızı gösterin.
4. Adım: Duygularını isimlendirin.
Çocuğunuzu iyice dinledikten sonra onun duygularıyla ilgili bir farkındalık ve sözcük dağarcığı geliştirmesini sağlayın.
5. Adım: Sınır koyarak çocuğunuzun problem çözmesine yardım edin.
Bütün duygular kabul edilebilirdir ama bütün davranışlar kabul edilebilir değildir.
Çocuğunuzun problem çözme becerilerini geliştirerek kendi duygularıyla başa çıkmasına yardım edin. Uygun davranışsal ifadeler konusunda sınır getirin. Bu çocuğunuzun hedef belirlemesini ve bu hedeflere ulaşmak için çözümler üretmesini de kapsar.
Bu adımlar duygusal koçluğun bazen çabucak sonuca ulaşmasını sağlarken bazen de çok zaman olur. Burada en önemli şey sabretmektir. Eğer problem çok büyükse bu beş adımın bir seferde alınması gerekmiyor.
Çocuğunuzu güçlendirdiğiniz kadar kendinizi de güçlendirin.
 ( Bundan daha önce bir aşama olmalı! Bu davranışları ancak duygusal zekası güçlü ebeveyn gösterebilir, o halde aslında kendimizi güçlendirmek en anlamlı en sürdürülebilir ve en kolay yoldur!)
Duygularınız yoğunlaşmaya başladığında kendinizi de çocuğunuzu beslediğiniz gibi besleyin. Tüm duygular bir amaca hizmet ettiği için öncelikle duygunuzu yaşamak için kendinize izin verin. Eğer üzgünseniz biraz durup düşünmeniz gerekiyordur. Öfke duyuyorsanız haklarınızı korumak istiyorsunuzdur.
Bu beş adımı takip ederek kendi duygusal koçluğunuzu yapın. Kendi duygularınızı ve hedeflerinizi anladıktan sonra çocuğunuzun duygusal koçluğuna başlayabilirsiniz.
Eğitim Pedia takip etmeye özen gösterdiğim bir site,,,
 Selam ve sevgiler  sunar iyi çalışmalar dilerim.