8 Mayıs 2018 Salı

FUAT YEŞİLKAYA 'KIRILMA'


                                                  KIRILMA 

  Atatürk ilkelerinden dönüş sürecinin yaygın bir kanı olarak 1950’de başladığı zannedilir. Ancak İsmet İnönü’nün 1938-1950 yılları arasında “Milli Şef” olarak geniş iktidar yetkileri ile sürdürdüğü yönetim, asıl ödünlerin verildiği ve Atatürkçü politikaların terk edildiği dönem olmuştur.
                   Emperyalizme yanaşma, İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak…
  Atatürk’ün ölümünden yalnızca 6 ay sonra Türkiye, 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza attı. Deklarasyona göre taraflar “Akdeniz bölgesinde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde, etkin bir biçimde işbirliği yapmayı” kabul ettiler. Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu İngiltere Büyükelçisine antlaşmalarla ilgili olarak “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı ülkeleri hizmetine verdiğini” söylemişti.!!
Üçlü İttifak antlaşması İngiltere ve Fransa ile imzalanan deklarasyonlar 19 Ekim 1939 tarihinde “Üçlü İttifak Antlaşması” haline getirildi. Antlaşmanın yapıldığı tarihte II. Dünya Savaşı sürmektedir. Böylece Türkiye Kemalist politikalardan ilk ödünü Atatürk’ün üzerinde en çok durduğu konulardan biri olan dış siyaset konusunda vermiş ve batı ile “bağımlılık ilişkisi doğuracak antlaşmalara” imza koymuştur; hem de ölümünden yalnızca 6 ay sonra…
Anlaşma yapılan İngiltere daha 15 yıl önce “Türkiye’yi yok etmeye kararlı olduğunu, Türklerin vahşi talancılar olduğunu ve Anadolu’dan uzaklaştırılacaklarını” söylüyor ve 1930 yılına kadar süren Kürt ayaklanmalarının hemen tümünü kışkırtıyordu. Tevfik Rüştü Aras’ın yerine Dışişleri Bakanı olan Şükrü Saracoğlu’nun imzaladığı Üçlü İttifak Antlaşması’na ilk tepki Almanya’dan geldi ve Hitler Türkiye’yi “ikinci derecede işgal
edilecek ülkeler” grubuna soktu. Türkiye’nin tarafsızlık politikasından uzaklaşmasına     Almanya’nın ardından Balkan Devletleri ve Rusya tepki gösterdi. Özellikle Türkiye ve Rusya artık birbirlerine karşı “öncelikli tehdit” oluşturan iki ülke haline gelmişlerdi. Gazi’nin dış politika uygulamaları her yerde sekteye uğratılmıştı.
24 Ekim 1945’de kurulan BM’ye girildi.

'KIRILMA' Fuat Yeşilkaya 

 
 •14 Şubat 1947’de Dünya Bankasına girildi.
 •11 Mart 1947’de İMF’ ye katılındı.
 •22 Nisan 1947’de Truman Doktrini kabul edildi.
 •04 Temmuz 1948’de Marshall Yardım Planı kabul edildi.
     İşte teslim anlaşmamız.
  Türkiye'de demiryolu yerine karayolu taşımacılığının tercih edilmesinin, ABD'nin yaptığı Marshall yardımının bir koşulu olduğunu, 1950 yılında ulaşımdaki %50 oranına sahip demiryolu taşımacılığının, 2003 yılında % 5’ e düştüğünü, Türkiye'de % 95 olan kara yolu taşımacılığının payının; ABD'de % 43 olduğunu, Şimdilerde kimseler bilmez.
Petrol savaşları hala neden devam ediyor dersek ? Bizim gibi pazarlar var oldukça devam edeceğinden.. !
  1926 yılına dönersek,
Kayseri Uçak Fabrikası Resmen Açıldı. 1926 yılında 120 Alman ve 50 Türk’ten oluşan ekip fabrikayı üretim için kurmuş ve dönemin Milli savunma Bakanı Recep Peker kuruluşundan iki sene sonra açılışını yapmıştır.
1930’da Fabrika Milli Savunma Bakanlığı’na devredilmiştir. Fabrika sonradan Hava Müfettişliği’nin emrine verildi.
1932 yılına kadar burada 15 adet Junkers A-20 imal edildi. 1932’ den sonra ilk anlaşma Amerikan Curtis-Wright grubuyla yapıldı. Anlaşmada Curtis’den avcı, yolcu ve Fledgling uçakları alınması planlandı. Bununla beraber Curtis-Wright uçaklarının montajının Kayseri’de yapılmasına karar verildi. Bu anlaşma sonrasında yapılan anlaşmalarla fabrika, II. Dünya Savaşı’na kadar içlerinde Alman Gotha 145, İngiliz Miles - Magister gibi uçaklarında bulunduğu 112 adet uçak imal etti.
1939’da fabrikanın uçak üretim, bakım ve revizyon hakkı Türk Hava Kuvvetleri’ne verildi.
Amerikan Marshall yardımı sebebiyle uçak üretimi durduruldu, 1950’de Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi oldu.
KIRILMA FUAT YEŞİLKAYA 

1. Dünya Savaşının ve devamında 2. Dünya Savaşının temel nedeninin Petrol olduğu göz önüne alınırsa ve Petrol Savaşları günümüzde hala mevcut ise, Türkiye üzerinde oynanan oyunlara daha başka bir göz ile bakmak gerekir. Marshall Yardımı adı altında Türk sanayi ve Eğitim Sistemi üzerine konan ipotek (başka bir deyişle teslimiyet), hava ve demiryollarından vazgeçilerek petrol ve yan sanayi ürünlerinin tüketimine dayalı “Karayolu” nu ulaşımda ve sanayide kalkınma için temel araç olarak seçmemiz (ya da seçmeye teşvik edilmemiz), denizi doldurarak, Topkapı Sarayı Duvarları boyunca sahil yolları, Beşiktaş Bulvarı, daha sonraları Otoyol yapımı ve Demirel'in dediği “Demiryolları Komünist işidir” veciz sözü, ülkemizin nereden nereye geldiğinin çok açık bir ifadesidir.
Dikkat edilecek nokta ;Türkiye 15 Şubat 1952’de NATO’ya girdi. Herkes başvurunun DP iktidarı tarafından yapıldığını sanır, ancak Nato’ya giriş için başvuru 4 Mayıs 1950’de İnönü zamanında yapılmıştı.14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde DP iktidara geldiği için NATO’ya giriş şerefini(!) ise onlar yaşamıştır.
  Türkiye Milli şef İnönü zamanında ABD ile çeşitli konularda bir dizi ikili antlaşmalar imzaladı. Bunların içinde öyleleri vardı ki, değil bağımsız bir ülke bir sömürge bile bu antlaşmaları imzalamazdı.
  ABD ile yapılan ilk ikili antlaşma 23 Şubat 1945’de ki “Karşılıklı Yardım Antlaşması” Adı “Karşılıklı Yardım” olan bu antlaşmanın temel özelliği, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi, Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokması ve hiçbir yükümlülük altına girmeyen ABD’nin haklarının korunmasıdır. Antlaşmanın 2.maddesi şöyledir: “T.C. Hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ne temin edecektir.” Böyle bir maddenin bağımsız iki ülke arasında yapılan bir antlaşmada yer alması mümkün değildir. Türk Hükümeti ABD’ne hizmet sunmakla görevli olacak, bu görevin sınırı da belli olmayacak. Bu antlaşmanın birde 5.maddesi vardır ki : “Türkiye parasını ödemiş olsa da ABD Başkanı gerek görürse, aldığı malzemeleri geri vermeyi kabul etmiştir…” LEND LEASE antlaşması.
   İkinci antlaşma, 27 Şubat 1946’da yapılan bir kredi antlaşmasıdır.
•Bu antlaşmanın özü,dünyanın değişik yerlerinde ABD’nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş, bozuk savaş artığı malzemeyi satın alması koşuluyla Türkiye’ye 10 milyon dolar borç verilmesidir. Antlaşmanın II.bölüm 1.maddesi
şöyledir : “ABD Dış Tasfiye Komisyonu, Türk Hükümetine satacağı malzemelerin fiyatlarının, envanterini ve listelerini verecektir. Satış fiyatı ilgili mümessiller tarafından görüşülecektir.   Türk Hükümeti tarafından malzeme bulunduğu yerden ve bulunduğu gibi alınacaktır. Alınan malzemenin mülkiyeti Türkiye’ye geçmeyecektir. ABD Hükümeti alınan malzeme için herhangi bir teminat vermeyecektir.
•Bu ve önceki antlaşmada yer alan maddelerin ne anlama geldiğini Türkiye ve İnönü 1964 Johnson Mektubu ile öğrenecektir. LEND LEASE SETTLEMENT anlaşması.
27.12.1949’da imzalanan “Fulbright Antlaşması” “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Antlaşma…” Milli Eğitim’de 27 Aralık 1947′de imzalanan “Fulbright Antlaşması” ile oluşturulan komisyon T.C eğitim sistemini şekillendirmekte. Anlaşma gereği komisyonun başkanlığını ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi yapmakta. Fulbright komisyonu, ilkokuldan İmam Hatip’e kadar, tüm eğitim müfredatını belirliyor. Yarısı ABD’lilerden oluşan komisyona ABD’nin Türkiye büyükelçisi başkanlık ediyordu. Bu antlaşma Türk Milli Eğitimine yön verecek iradeye, ABD’nin önce ortak edilmesi daha sonra belirleyici olmasını sağlayacak koşulları yaratan bir antlaşmadır.
    Antlaşmanın 1.maddesi; “Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu antlaşma ile belirlenen ve parası Türk   Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracaktır.”
Antlaşmanın en dikkat çekici 5.maddesi ise;
“Komisyon dördü T.C. Vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir…
    
    İsmet İnönü, 1963’te, Türkiye’yi ABD’nin yarı sömürgesi yapan bu durumu, şöyle açıklamıştı: “Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu ? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurdan önce sefirden öğreniyorum.”demiştir.
   ABD ile Eğitim konusunda yapılan bu antlaşma Türk Milli Eğitimini ABD denetimine bırakan süreci başlatmıştır. “Yeni Dünya Düzeni” politikalarının bizim için öngördüğü “dinsel eğitim” yada “eğitimin dinselleştirilmesi” bu antlaşma ile büyük bir boyut ve ivme kazandı. Eğitim birliği “dini eğitimde birliğe” kaydı. Eğitimin bu günkü hali ise sanırım herkes tarafından bilinmektedir…
  Tarafsız kalma politikası yürüten Atatürk, sanayi devrimine geçişteki en önemli ve en kıymetli unsurun insan olduğunu bilmekte idi. Birey yetiştirmek, onun ilk hedefi idi. Bu nedenle Köy Enstitülerinin alt yapısını ,sistemini hazırlamıştı.. Köy Enstitüleri eğitim modeli, bireylere olayların farkına varabilme yetisi kazandırıyordu. Kendi bilincine varan, ülkesinin ve dünyanın değerlerinin farkına varır. Bu da yurttaşlık bilincini yaratır. 

        Fuat Yeşilkaya 

KENDİMİ YONTUYORUM 


Saygıdeğer arkadaşım Fuat Yeşilkaya'nın yazısına eklentilerim.

   Atatürk bilginin gücüne olduğu kadar, bilginin kullanımını da son derece önemli bularak Yurtdışından davet edilen bilim adamları ile bilimsel toplantılar yapmış ve sonucunda, yine Türk Kültürüne ve yapısına uygun olan yepyeni yegane program ortaya koymuş, bu çalışmasını öneri niteliğinde bilim zümresine iletmiştir. 
  Eğitim alanındaki en büyük özellik bireyin yaşantısı dahilinde kendini gerçekleştirmeye ve sürekli eğitim hakkına olanak sağlayacak düzeneğin sağlanmasıdır. Kemalist Kurumların hemen hepsinde başarı dahilinde yükselme söz konusudur. Temel eğitimde bu günkü gibi sınıflara ve belirlenmiş bir müfredatla değil ihtiyaç analizleri doğrultusunda uygulama ve varlık gereğinden ortaya çıkar. 
   
     O halde Sosyal Demokrasinin en üst gerekleri yerine getirilse bile; bir kişiyi sınırlandırılmış belli bir formatta eğitmenin 'O' kişinin eğitimine karşı ketleyici, sınırlayıcı görür ve  gelişmeyi ve yükselebildiği kadar yükselmeyi engeller. Bu gün Hayat Boyu öğrenmenin temelinde yine Atatürk'ün bu sağlam öngörüleri vardır. Uygulama ve program ile düzenlemeler yapıldığında yine kültürel yükselmeyi sağlayacak alt yapı olarak uhdemizde mevcuttur. İnsan kendini kendi sosyal,kültürel, ekonomik çevresinde var eder ve ihtiyaç duyduğu, yaşamında kullanabileceği bilgileri benimser.     Şimdi çocuklarımıza dayattığımız konserve hayatlar bu yüzden kalıplı ve yaşamsal değeri olmayan bilgilerdir. Atatürk'ün Eğitim anlayışından doğan KÖY ENSTÜTİLERİ bir anlamda dalından koparılan çiçeğin bir müddet yaşayarak etrafa güzel kokular saçmasından ibarettir. Daha sonra ki yazılarımızda göreceğiz ki, Atatürk Teknik Okullar ve alt yapısı için harkulade sistemler geliştirmiş yine Törenin ortaklaşma yönünü kullanarak birbirine yardım ettirmiş, birbirini gerçekleştirmiştir. 
Bu sistem bir kök gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. 1939'dan sonra maruz kalınan tepeden inmeci yaklaşım bu 'Ulu' Çınarın köklerinden aldığı suyu kesmiş ve kuruma başlamıştır. Köy Enistitüleri bu ağaçtan alınan bir şıvgındır. Aşı bir müddet tuttu gibi görünse de köklerini aramış bulamamıştır. Bütün bunların yanında itiraf edilmesi gereken hala 'O' okulların yetiştirdiği öğretmenlerin, yetiştirdiği nesil ! 

                               

                                 AYAKTA DİMDİK DURMAKTADIR! 
                                           

                                 NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ! 

    KEMALİST MİNE BÜLBÜL              
KEMALİST EĞİTİM
    
                             NE MUTLU ATATÜRK YOLUNDAN YÜRÜYENE !